E. Müjdeyi En Açık Biçimde Öğretme Zorunluluğu (4:1-6)4:1 Pavlus 4’üncü bölümün ilk altı ayetinde Mesih’in her hizmetkarının müjdenin bildirisini yalınlaştırma sorumluluğunun ciddiyetini vurgular. Hiçbir şey saklanmamalı ve gizemli olmamalıdır. Her şey açık, dürüst ve içten olmalıdır. Pavlus, kendisini olağanüstü bir şekilde Yeni Antlaşma’nın bir hizmetkarı kılmış olan Tanrı’dan söz etmekte. Ve şimdi konuya bu noktadan yaklaşır. İsa Mesih’e bağlı hizmetin yüceliğini anlamak, Pavlus gibi birinin cesaretini yitirmesini engeller. Elbette ki, bu hizmette moral bozacak ve onu üzebilecek çok şey vardı, ancak Rab gerektiği zaman yardım edecek merhamet ve lütfu verir. Bu nedenle, cesaretsizliğin nedeni ne olursa olsun, önemli olan, cesaretlendirmenin üstünlüğüdür. Pavlus cesaretini yitirmedi. Başa çıkılamaz gibi görünen engeller karşısında yılmadı, cesurca savaştı. 4:2 Phillips 2’nci ayeti oldukça renkli bir biçimde açıklar:
Burada elçi yine Korint’teki kiliseye gelmiş olan sahte öğretmenleri düşünüyor. Bu öğretmenlerin yöntemleri daima kötü güçler tarafından kullanılan yöntemlerin aynısıydı; yani günah işlemek için baştan çıkarmalar, gerçeği kurnazca karıştırmak, hile dolu savlar kullanmak ve Tanrı’nın sözünü çarpıtmaktı. “Hileye başvurmayız, Tanrı’nın sözünü de çarpıtmayız.” Pavlus kuşkusuz bu kişilerin vakit geçirmek için başvurdukları en sevdikleri uğraşıyı –yasayla lütfu karıştırmaya çalışmayı– ima ediyor. Elçinin yönteminin farklılığı şu sözlerde ifade edilir: “Gerçeği ortaya koyarak kendimizi Tanrı’nın önünde her insanın vicdanına tavsiye ederiz.” Gerçeği ortaya koymak, iki şekilde olabilir. Gerçeği açık bir biçimde konuştuğumuz zaman ortaya koyarız. Gerçeği başkalarının önünde yaşayarak ve onların bu örneği görmesini sağlayarak ortaya koyarız. Pavlus bu iki yöntemi de kullandı. Müjdeyi yaydı ve müjdeye kendi yaşamında da itaat etti. Böyle yaparak kendisini Tanrı’nın önünde her insanın vicdanına tavsiye etmeye çalıştı. 4:3 Elçi, Tanrı’nın gerçeğini insanlara açıklamak için hem kural hem de uygulama açısından ne kadar özen gösterdiğinden söz etmektedir. Müjde bazılarına örtülü geliyorsa, bu kesinlikle Tanrı’nın hatası değildir; Pavlus bunun kendi hatası olmasını da istemez. Buna karşın yine de bunu bazılarının anlayamadığının farkındadır. Bunlar mahvolanlardır. Bu kişiler neden böylesine kördür? Bunun yanıtı bir sonraki ayette verilmektedir. 4:4 Suçlu Şeytan’dır. Burada bu çağın ilahı olarak adlandırılır. İnanmayanların zihinlerini peçeyle örtmeyi başarmıştır. Şeytan, Mesih’in yüceliğini bildiren müjdenin ışığı onların üzerine doğmasın, kurtulamasınlar diye onları daimi bir karanlıkta bırakır. Evrende güneş devamlı parlıyor. Bunu her zaman görmüyoruz, ancak bunun nedeni güneşle aramıza bir şeyin girmiş olmasıdır. İşte, müjde için de aynı şey geçerlidir. Müjdenin ışığı daima parlıyor. Tanrı daima insanların yüreğinde parlamak için uğraşıyor. Ancak Şeytan, Tanrı’yla imansızlar arasına çeşitli engeller koyuyor. Bu, gururdan, isyandan ya da insanın kendini haklı bulmasından kaynaklanan yüzlerce şeyden biri olabilir. Bunların hepsi müjdenin ışığının parlamasını önlemek için etkin bir biçimde işler. Şeytan insanların kurtulmasını istemez. Müjde yüceltilmiş Mesih’le ilgilidir. İmanlıların görüşüne sunulan Nasıralı bir marangozla ilgili değildir. Utanç çarmıhına gerilmiş Mesih’le de ilgili değildir. Ancak ölen, gömülen, dirilen ve şimdi de gökte Tanrı’nın sağında olan Rab İsa Mesih ile ilgilidir. O, imanlının imanının nedenidir – Cennette yüceltilmiş Tanrı Oğlu. 4:5 Bu ayette bir vaiz için hem en zayıf, hem de en güçlü temayı birlikte görürüz. En zayıf tema kendimizken, en güçlü tema da Rab Mesih İsa’dır. Öyle ki, Yahudiliği öğretenlerin kendilerinden söz etme gibi bir alışkanlıkları vardı. Pavlus kendisini bu gibi kişilerden ayırt eder. O, böylesine değersiz bir konuda ders vererek insanların zamanını boş yere harcamazdı. Onun işlediği konu Rab İsa Mesih’tir. Erkekleri ve kadınları, İsa Mesih’in önünde diz çökmeye istekli ve O’na yaşamlarının Rab’bi olarak saygı gösterecekleri duruma getirmeye çalıştı. Elçi temasını, “İsa’nın uğruna kullarınız” şeklinde ifade etti. Böyle yaparak kendisini ve yanında çalışanları geri planda bırakmış oldu. Onlar sadece kullar olup insanları Rab İsa’ya getirecek herhangi bir konuda yardıma hazırdılar. 4:6 Pavlus, burada bir günahkarın Rab’be dönüşüyle, evrende güneşin doğuşuyla ilk ışıkların belirişini karşılaştırır. Tanrı karanlıktan ışığın parlamasını buyurdu. “Tanrı, ‘Işık olsun’ diye buyurdu ve ışık oldu” (Yar.1:3). Pavlus, karanlıktan ışığın parlamasını buyuran Tanrı’nın, yüreklerimizi de aydınlattığını söylüyor. Bu ne kadar muhteşem bir şey! Yaratılışta Tanrı önce ışığın olmasını buyurdu. Yeni yaratılışta ise Tanrı’nın bizzat kendisi yüreklerimizi aydınlatıyor. Bu, ne kadar daha özel bir iş! Yaratılış kitabının 1’inci bölümünün ilk kısmında geçen olaylar yeni yaratılışta olanların bir resmidir. Tanrı insanı masum bir varlık olarak yarattı. Ancak günah araya girdi ve günahla birlikte büyük bir karanlık geldi. Tanrı’nın Ruhu ilk yaratılıştan sonra suların üzerinde dalgalandığı gibi, müjde duyurulduğunda da kişinin yüreğinde hareket eder. Tanrı, sonra bu kişiye günahkar olduğunu ve bir Kurtarıcıya ihtiyacı olduğunu göstererek yüreğini aydınlatır. “Yaratılış bölümündeki yaratılış olayı, ışıkla başladı ve aynı şekilde ruhsal yaratılış da ışıkla başlar. Tanrı, Kutsal Ruh’la ‘yüreklerimizi aydınlatır’ ve böylece ruhsal yaşam başlar.” Bu ayet, Tanrı’nın yüreklerimizi neden aydınlattığını açıklamaya devam eder. Bazı çeviriler şöyle der: Tanrı’nın yüceliğini tanımamızdan doğan, İsa Mesih’in yüzünde parlayan ışığı bize vermek için yüreklerimizi aydınlattı. Buradan O’nun amacının Tanrı’nın yüceliğini tanımamızdan doğan ışığı bize vermek olduğu anlaşılır. Ancak J.N. Darby yeni çevirisinde bu ayette önemli bir değişikliği vurgular: “İsa Mesih’in yüzünde parlayan Tanrı’nın yüceliğini tanımamızdan doğan parlaklığı bize vermek için yüreklerimizi aydınlattı.” Başka bir deyişle, Tanrı sadece bu bilgiyi bize vermek için değil, bizim aracılığımızla bu bilginin başkalarına da parlaması için yüreklerimizi aydınlattı. “Bereketlerimizin ve uygulamalarımızın durağı değil, kanallarıyız.” Bunun Kutsal Yazılar’a ilişkin örneği Pavlus’un kendi yaşamında görülür. Şam yolundayken, Tanrı onun yüreğini aydınlattı. Nefret etmiş olduğu ve Yahudi mezarlığında gömülü olduğunu düşündüğü kişinin yüce Rab olduğunu anladı. O günden sonra İsa Mesih’in yüzünde parlayan, Tanrı’nın yüceliğini tanımamızdan doğan ışığı yaymaya başladı. F. Göksel Geleceğe Sahip Toprak Kap (4:7-18)4:7 Elçi Pavlus, bildiriyi açık bir şekilde duyurmasının zorunluluğundan söz ettikten sonra, şimdi de muhteşem bir hazine olan bu müjdenin insanlara teslim edilmiş olmasını düşünür. Hazine, müjdenin yüceltilmiş bildirisidir. Öte yandan toprak kap da çelimsiz insan bedenidir. İkisinin arasındaki çelişki çok büyüktür. Müjde, yıldız gibi parıldayan değerli bir elmas gibidir. Böylesine değerli bir elmasın çelimsiz, zayıf bir toprak kaba teslim edilmiş olduğunu bir düşünün!
Toprak kaplar, çirkin, bozulmuş Tanrı bu hazinenin neden toprak kap içinde olmasını onayladı? Bunun yanıtı, üstün gücün bizden değil, Tanrı’dan kaynaklandığının bilinmesidir. Tanrı, insanların diğer araçlarla değil, bizzat O’nun güç ve üstünlüğüyle ilgilenmesini ister. Bu nedenle de müjde bildirisini bilinçli olarak, genelde zayıf ve güçsüz insanlara teslim eder. Tüm övgü ve yüceliğin yaratığa değil, Yaratıcı’ya gitmesi lazımdır.
Gücümüzü aşan görevi bulmak Jowett şöyle der:
Pavlus’un 7’nci ayeti yazarken Hakimler 7’deki bir olayı düşündüğü hemen hemen kesindir. Orada Gidyon’un ordusuna borular, boş testiler ve testilerin içinde yakılmak üzere çıralar verdiği anlatılır. Belirlenen işaret verildiğinde adamları boruları çalıp testileri kıracaklardı. Testiler kırıldığında içindeki çıralar parlak bir biçimde yandı ve bu düşmanı korkuttu. Arkalarında üç yüz kişi yerine, büyük bir ordu olduğunu sandılar. Buradaki ders, Gidyon’un durumunda ışığın sadece testilerin kırılmasıyla parlaması gibi, müjdenin bağlantısının da böyle olduğudur. İnsana özgü tüm araçlar kırıldığında ve Rab’be teslim olunduğunda, müjde bütün görkemiyle hepimiz aracılığıyla parlar. 4:8 Elçi, hazinenin toprak kaplara teslim edilmiş olmasından dolayı görünüşte bir tarafta yenilgi olduğunu, ama öte tarafta daimi bir zafer olduğunu açıklamaya devam eder. Dış görünüşte zayıflık, ama gerçekte kıyaslanamaz bir kuvvet vardır. Her yönden sıkıştırılmışız, ama ezilmiş değiliz derken, düşmanları ve zorluklar tarafından devamlı sıkıştırıldığını, ama bildiriyi özgürce duyurmasının tamamen engellenemediğini ifade ediyor. “Şaşırmışız, ama çaresiz değiliz.” Pavlus sık sık karşılaştığı zorluklara karşın bir çözümün olabileceğini bilmiyordu, ama Rab onun asla çaresizlik noktasına gelmesine izin vermedi. Asla kaçışın imkansız olduğu bir duruma düşürmedi. 4:9 “Kovalanıyoruz, ama terk edilmiş değiliz.” Zaman zaman düşmanın soluğunu ensesinde hissedebilirdi, ama Rab onu asla terk edip düşmana bırakmadı. “Yere yıkılmışız, ama yok olmuş değiliz” ifadesi, Pavlus’un birçok defa ağır bir biçimde yaralandığını, ama Rab’bin onu müjdeyi duyurması için kaldırdığını belirtir. New Bible Commentary 8 ve 9’uncu ayetleri şöyle açıklar: “Kuşatıldı, ama sakatlanmadı; ne yapacağını bilmedi, ama asla umutsuz bırakılmadı; insanlar tarafından yakalandı, ama asla Tanrı tarafından terk edilmedi; sık sık düşürüldü, ama asla yok edilmedi.” Rab’bin, hizmetkarının bu kadar çok deneme ve zorluklardan geçmesine neden izin verdiğini merak edebiliriz. Yolu bu kadar engebeli olmamış olsa, onun Rab’be çok daha iyi hizmet edebilecek olduğunu düşünebiliriz. Ancak Kutsal Yazılar bunun tersini öğretiyor. Tanrı, görkemli bilgeliğiyle, hizmetkarlarının başına hastalık, üzüntü, elem, zorluk ve sıkıntıların gelmesini uygun görür. Bütün bunlar toprak testilerin kırılması ve böylece müjdenin ışığının daha çok parlayabilmesi için planlanır. 4:10 Tanrı’nın hizmetkarının yaşamı devamlı “ölen” bir yaşamdır. Rab İsa’nın kendisi yeryüzündeyken nasıl devamlı şiddete ve eleme maruz kaldıysa, O’nun izinden gidenler de aynı davranışla karşılaşacaklardır. Ancak bu yenilgi anlamına gelmez. Bu zaferin yoludur. Biz böyle gün be gün ölürken, başkaları bereketlenir. Ancak bu şekilde İsa’nın yaşamı bedenlerimizde görülebilir. İsa’nın yaşamı burada O’nun yeryüzündeki insan olarak yaşamını değil, cennette Tanrı’nın yüceltilmiş Oğlu olarak şimdiki yaşamını belirtir. Dünya, Mesih’in yaşamını, dünyada kişisel ve bedensel olarak bulunmazken, nasıl görebilir? Bunun yanıtı, biz imanlıların Rab’bin hizmetinde acı çekerken O’nun yaşamının bedenlerimizde açıkça görülmesidir. 4:11 Ölümden gelen yaşam düşüncesi 11’inci ayette de devam eder. Bu, varlığımızın en derin ilkelerinden biridir. Yaşamımızı devam ettirmek için yediğimiz et, hayvanların ölümüyle sağlanır. Ruhsal alanda da bu böyledir. “Şehitlerin kanları, inanlılar topluluğunun tohumlarıdır.” Kilise ne kadar elem çekerse, Rab’bin sözü o kadar çok yayılır. Ancak bu gerçeği kabul etmek bizim için zordur. Rab’bin hizmetkarının başına bir zorluk geldiğinde, bunu bir facia olarak algılarız. Ancak bu, Tanrı’nın normal davranışıdır. İstisna değildir. İsa uğruna sürekli ölüme maruz kalmak, İsa’nın yaşamının ölümlü bedenlerimizde açıkça görülmesinin tanrısal biçimidir. 4:12 Elçi burada Korintliler’e, kendisinin sürekli acı çekmesiyle onların yaşama sahip olacaklarını anımsatarak tüm söylediklerini özetler. Pavlus’un müjdeyle Korint’e gidebilmesi için tarifi mümkün olmayan zorluklardan geçmesi gerekiyordu. Ama bunlara değdi, çünkü Rab İsa’ya iman etmiş olduklarından şimdi sonsuz yaşamları vardı. Pavlus’un fiziksel acısı ve kaybı başkaları için ruhsal kazanç oldu. Robertson, “Onun ölümü, hizmetinden yararlananların iyiliği için etkin oldu” 2 der. Hastalandığımızda Rab’be yakarma ve bizi hastalıktan kurtarmasını isteme eğilimimiz vardır. Öyle ki, O’na daha iyi hizmet edebilelim. Belki de zaman zaman Tanrı’ya sıkıntılarımız ve hastalıklarımız için de şükretmeliyiz ki Mesih’in gücü üzerimizde olabilsin. 4:13 Elçi, müjdenin teslim edildiği insanın sürekli günah işleme eğilimi ve zayıflığından söz etmektedir. Peki, bütün bunlara karşı onun tutumu nedir? Yenildi mi, cesaretini mi kaybetti, yoksa ümitsizliğe mi kapıldı? Hayır. İman, müjdeyi duyurmaya devam etmesini sağlıyor, çünkü Pavlus bu yaşamın acılarının ötesinde, anlatılamaz yüceliklerin olduğunu biliyor. Mezmur 116:10’da şöyle yazar: “İman ettim, bu nedenle konuştum.” Mezmur yazarı, Rab’be güvendi ve bu nedenle de söyledikleri imanının sonucu oldu. Pavlus, burada kendisi için de aynı şeyin geçerli olduğunu söylüyor. Pavlus, bu sözleri söyleyen Mezmur yazarının sahip olduğu iman ruhuna sahipti. Bu nedenle şöyle der: “Biz de inanıyor ve bu nedenle konuşuyoruz.” Pavlus’un yaşamındaki dertler ve acılar onu susturamadı. Nerede gerçek iman varsa, orada bunun ifadesi olmalıdır. Sessiz kalamazdı.
İsa Mesih’e inanıyorsanız, 4:14 Pavlus’un devamlı ölüm tehlikesiyle karşı karşıya kalması ve bundan sarsılmaması bize tuhaf gelse de, bunun yanıtını 14’üncü ayette buluruz. Onun korkusuzca Tanrı’nın bildirisini söylemesindeki sır işte budur. Bu yaşamın her şey olmadığını biliyordu. İmanlı için dirilişin kesin olduğunu biliyordu. Rab İsa’yı ölümden dirilten Tanrı, Elçi Pavlus’u da İsa’yla diriltecek ve Korintliler’le birlikte onu kendi yanına alacaktı. 4:15 Elçi, önündeki dirilişin kesinliği ve umuduyla, zorluklardan geçmeye razıydı. Bütün bu elemlerin neden olduğu iki sonucu da biliyordu. Korintliler için bereketi çoğalttılar ve böylelikle Tanrı’nın yüceliği için şükranın artmasını sağladılar. Bu iki neden Pavlus’un söylediği ve yaptığı her şeyde etkindi. Onu ilgilendiren Tanrı’nın yüceliği ile imanlı kardeşlerinin bereketiydi. Pavlus, ne kadar çok elem çekerse Tanrı’nın lütfunun başkalarına o kadar çok ulaşabildiğini kavradı. Daha çok insan kurtuldu ve Tanrı’ya daha çok şükran sunuldu. Tanrı’ya daha çok şükran sunuldukça da Tanrı daha çok yüceltildi. The Living Bible bu ayetin özünü şu açıklamada yakalamışa benziyor:
4:16 Pavlus sahip olduğu dirilişin kesinliği ve umudundan dolayı her çeşit elem ve tehlikelerden geçmeye razı olduğunu açıklamıştır. İşte bu nedenle cesaretini yitirmedi. Bir yandan fiziksel varlığı sürekli harap oluyorsa da, öte yandan zor koşullara rağmen devam etmesini sağlayan ruhsal bir yenilik vardı. “Dış varlığımız harap oluyor” ifadesini biraz açıklamak gerekir. Bu hepimizin bedenlerinde görülmektedir! Ancak Pavlus burada Tanrı’nın hizmet için gerekli gündelik gücü vermesinden dolayı seviniyor. “Ne kadar çok mermer harcanırsa, heykel o kadar çok büyür” diyen Michelangelo’nun bu sözlerinde ne kadar büyük bir gerçeklik payı vardır. Ironside şu yorumu yapar:
4:17 Elçi Pavlus’un dayandığı sıkıntıları okuduktan sonra, bunlardan hafif sıkıntılar diye söz edebilmesini anlamamız zor olabilir. Bu sıkıntılar hiç de hafif değildi. Acı verici ve zalimce sıkıntılardı. Bu konuyla ilgili açıklama Pavlus’un karşılaştırmasında görülür. Sıkıntıları bu dünyadaki anlamıyla düşünürsek bize çok ağır gelebilir, ancak gelecekteki sonsuz yücelikle 4 karşılaştırıldığında hafif kalır. Hafif sıkıntılar geçicidir. Oysa yücelik sonsuzdur. Bu dünyada sıkıntılardan çıkardığımız dersler, gelecek dünyada bize bol meyve verecektir. Moorehead şu gözlemi yapar: “Dünyadayken içimize küçücük bir sevinç girer; oraya vardığımızda ise biz sevincin içine gireceğiz. Burada birkaç damla varken, orada bir okyanus var.” 5 Bu ayette, F.E. Marsh’ın işaret ettiği gibi, tırmananı yormayacak, ama ruhuna anlatılamaz bir rahatlıkla teselli verecek bir piramit vardır.
Yücelik 4:18 Bu ayetteki görünen sözcüğü sadece insan görüşünü betimlemez; aksine önemli olarak algılanan bir şeyin ana fikrini ifade eder. Görünen şeylere gelince, bunlar insanın varlığının hedefini oluşturmazlar. Bunlar burada öncelikle Pavlus’un dayandığı zorlukları, sıkıntıları ve acıları belirtir. Bunlar onun hizmetinin doğal sonucuydu; hizmetinin en önemli hedefi görünmeyenlerdir. Bu, Mesih’in yüceliğini, bir kardeşin bereketini ve yargı kürsüsünde Mesih’in sadık hizmetkarını bekleyen ödülü de kapsayabilir. Jowett bunu şöyle yorumlar:
|
Kutsal Kitap
1 Bu hizmeti Tanrı’nın merhametiyle üstlendiğimiz için cesaretimizi yitirmeyiz. |
1. J.H. Jowett, Life in the Heights, s.65.
2. Robertson, Ministry, s.157.
3. Ironside, daha fazla belge mevcut değildir.
4. “Yücelik” sözcüğü İbranice’de “ağır olmak” kökünden gelir, ki Pavlus’un da burada söylemek istediği budur.
5. William C.Moorehead, Outline Studies in the New Testament: Acts to Ephesians, s.191.
6. F.E. Marsh, Fully Furnished. s.103.
7. Jowett, Life in the Heights, ss.68, 69.