
Matta Bölüm 3 | ||
L. İnsanoğlu Öğrencilerini Gönderiyor (9:1-11)9:1-2 Bu olay, Onikiler’in Matta 10:1-15’teki gönderilişlerine yakın benzerlikler taşıyorsa da, dikkate değer farklı özellikler de taşımaktadır. Örneğin Matta’da öğrencilere, sadece Yahudilere gitmeleri, hastalıkları iyileştirip ölüleri diriltmeleri söylenmiştir. Bu yöndeki anlatımın Luka’da kısaltılarak anlatılmış olmasının bir nedeni olmalıysa da, bu neden belirgin bir şekilde görülmemektedir. Rab mucizeler yapma yetki ve gücüne sadece Kendisi sahip olmakla kalmadı, bu yetki ve gücünü diğerlerine de verdi. Güç; kudret ya da iş görebilen yetenektir. Yetki ise bu gücü kullanma hakkıdır. Öğrencilerin duyurmuş olduğu haber, özellikle Kutsal Kitap’ın bir bütün olarak henüz yazılı olmadığı dönemlerde, Rab’bin sağlamış olduğu mucizeler ve harikalarla doğrulanmıştır (İbr.2:3-4). Tanrı bugün de mucizevî bir şekilde hastalara şifa verebilir. Ama şifa mucizelerinin, Müjde’nin her duyuruluşuyla hâlâ bir arada bulunması gerektiği oldukça kuşkuludur. 9:3-5 Artık öğrencilerin Rab’bin kendilerine öğrettiği ilkeleri uygulama fırsatları olacaktı. Maddi gereksinimlerin hepsinde bütünüyle Rab’be güvenmeleri gerekecekti. Giderlerken yanlarına herhangi bir torba, yiyecek ya da para almayacaklar; tersine çok basit bir hayat yaşayacaklardı: ne değnek… ne de yedek mintan. Kabul edildikleri ilk evde kalmaları; daha konforlu yatak ya da daha zengin sofralara konuk olabilmek umuduyla sağa sola bakmamaları gerekiyordu. Kurtuluş müjdesini reddedenler üzerinde baskı kurmamaları, kabul edildikleri yerde fazla uzun kalmamaları gerekiyordu. Kendilerini kabul etmeyenler olduğunda, o kentten ayrılırken onlara uyarı olsun diye ayaklarının tozunu silkmeleri isteniyordu. 9:6 Öğrencilerin Müjde’yi yayıp hastalara şifa verdikleri yerler, büyük bir olasılıkla Celile bölgesindeki köyler ve kasabalar olmalıydı. Öğrencilerin yaymış olduğu haberin egemenlikle ilgili haber olduğunu belirtmek gerekir. Onlar Kral’ın halkın arasında bulunduğunu ve tövbe edip yaşamlarını Rab’be teslim eden insanların üzerinde egemenlik sürmek istediğini duyuruyorlardı. 9:7 Bu dönemde Celile ve Perea bölgelerinin yerel kralı Hirodes Antipas’tı. Babası olan büyük Hirodes’in krallığı altında bulunan toprakların dörtte birini kendisi yönetiyordu. Kendi sorumluluğu altındaki bölgelerde Birisi’nin çarpıcı mucizeler gerçekleştirmekte olduğu haberi çok geçmeden kulağına kadar geldi. Vicdanındaki huzursuzluk, Hirodes’in aklına çeşitli sorular getirmeye başladı. Çünkü Yahya Peygambere yaptıkları onu hâlâ rahatsız ediyordu. Hirodes bu korkusuz sesi, Yahya’nın başını keserek susturmuştu. Ama hâlâ o yaşamın gücünden rahatsızlık duymaktaydı. Hirodes’in aklına sürekli olarak Yahya’yı getiren bu Kişi kimdi acaba? Halk arasında dolaşan söylentilerden birisine göre bu kişi ölümden dirilen Yahya’ydı. 9:8-9 Yine bazı söylentilere göre bu Kişi, İlyas Peygamber ya da Eski Antlaşma’daki diğer peygamberlerden birisiydi. Hirodes bu durumda yanındakilere Yahya’nın başını kendisinin kestirmiş olduğunu anımsatarak heyecanını yatıştırmaya çalışıyordu. Peki ama kimdi bu Kişi? Çeşitli yollarla İsa’yı görmeye çalışan Hirodes, bu isteğine Kurtarıcı çarmıha gerilmeden bir gün öncesine kadar kavuşamayacaktı. Ruh’la dolu bir yaşamda ne büyük bir güç vardır, değil mi? Nasıra kasabasının basit insanlarından olan marangoz İsa, koskoca Hirodes’i, onunla daha hiç karşılaşmadığı halde nasıl da titretivermişti! Bu nedenle, Kutsal Ruh’un gücüyle dolu olan herhangi bir Mesih inanlısını sakın hor görmeyin! 9:10 Elçiler (ya da haberciler) geri dönünce, yapmış oldukları şeyleri doğrudan İsa’ya anlattılar. Bu yöntem, iman hizmetlerinde çalışan işçiler için örnek bir yöntem olabilir. İncil’i duyurmaya yönelik yapılan hizmetlerin sonuçları duyurulduğu zaman, her nedense kıskançlıklara ve bölünmelere neden olunmaktadır. G. Campbell Morgan bu durumu, “Benliğimizin derinliklerinden kaynaklanan arzularımız, Ruh’tan değil tamamen bedendendir” diyerek değerlendirmektedir. Bundan sonra İsa onları yanına alıp Beytsayda (balıkçılık evi) denilen bir kente çekildi. Bu dönemde, biri Celile gölünün batı kıyısında, diğeri de doğu yakasında olmak üzere iki ayrı Beytsayda kenti bulunduğu anlaşılmaktadır. Ancak bu kentlerin tam olarak nereler olduğu bugün kesin olarak bilinmemektedir. 9:11 Öğrenciler İsa’yla birlikte biraz sakin bir zaman geçirip dinlenebilmeyi umuyorlardı; ama gelin görün ki, onların bu umudu pek öyle uzun sürmedi. Çünkü onların ayrılışını gören kalabalıklar arkalarından gitmişti. İsa’nın yaşamına bakacak olduğumuzda, kalabalıkların sık sık İsa’nın peşinden gittiğini görürüz. İsa’yı kim görmek istemişse, onun bu isteği İsa tarafından hiçbir zaman geri çevrilmemiştir. İsteyen herkes İsa’ya kolayca yaklaşabilmiş, O’nunla rahatlıkla konuşabilmiştir. İsa bu olayda, kalabalıkların arkasından gelmesine sinirlenip kızmadı. O’nun insanları bereketlemeye her zaman vakti vardı. Gerçekten de İsa onları ilgiyle karşıladı ve kendilerine Tanrı’nın Egemenliğine ilişkin konulardan söz etti; şifaya ihtiyacı olan kimseleri de iyileştirdi. M. Beş Bin Kişinin Doyuruluşu (9:12-17)9:12 Gün batıp hava kararmaya başlayınca İsa’nın öğrencilerini bir huzursuzluk kaplamıştı. Çünkü bulundukları yerde birçok insan vardı ve acıktıkları için her birinin doyurulması gerekiyordu. Böylesine ıssız bir yerde bunca insana yetecek kadar yiyeceği nereden bulacaklardı? Öğrencilere göre böyle bir şey imkansızdı. Bu nedenle Onikiler İsa’ya gelip O’na halkı salıvermesini söylediler. Onların bu tutumu yüreğimizdekilere nasıl da benziyor! Kendimizle ilgili bir konu olduğunda hemen Petrus gibi, “Ya Rab, emret yanına geleyim!” diyor; ama başkalarıyla ilgili konulara gelince, “Ya Rab, onları salıver gitsinler” diyoruz. Bu bizim ne kadar da kolayımıza geliyor, değil mi? 9:13 İsa, kalabalığı yiyecek bulmaları için çevre köy ve kasabalara gönderme düşüncesinde değildi. Öğrenciler, ayaklarına gelen bu insanlara hizmet edebilirlerdi! Öğrenciler İsa’nın bu isteğine, “beş ekmekle iki balıktan başka bir şeyimiz yok” diyerek mazeret gösterirken, başvurabilecekleri asıl kaynağı, Rab İsa’nın verebileceği sınırsız bereketleri unutuyorlardı. 9:14-17 İsa öğrencilerine, beş bin erkeği ve bunun üzerine bir o kadar da kadın ve çocuğu yere oturtmalarını söyledi. Bundan sonra İsa, ekmekle balıkları eline aldı ve şükrettikten sonra ekmeği bölüp öğrencilerine verdi. Öğrenciler de İsa’nın elinden gelenleri kümeler halinde oturan insanlara dağıttılar. Herkes için yeterince yiyecek vardı. Gerçekten de herkes yemeğini yiyip karnını doyurduktan sonra bile, her öğrenci başına bir küfe olmak üzere, başlangıçta ellerinde olandan daha fazla yemek artığı kalmıştı. On iki sepet dolusu yemek artığı topladılar. Bu büyük bir mucizeydi. Bu olayın mucize olmadığını açıklamak isteyen şüpheci yazarlar, yazılarında bir sürü karmaşık ve tutarsız açıklamalarda bulunmaktadırlar. Bu olay, müjdeyi bütün dünyaya duyurmakla görevlendirilen öğrenciler açısından çok önemlidir. Bu olaydaki beş bin kişi Tanrı’nın ekmeğine açlık duyan kayıp insanlığı simgeler. Öğrenciler de, ellerinde sınırlı kaynakları olduğu anlaşılan, ama bununla birlikte ellerindekini başkalarıyla paylaşmak istemeyen tembel ve uyuşuk inanlıları simgelerler. Rab’bin onlara, “yiyeceği onlara siz verin” şeklindeki sözleri, bir anlamda Matta 28:18-20’de geçen Yüce Görev’in bir tekrarı olmaktadır. Buradaki ders şudur: Eğer biz elimizde olanı İsa’ya verecek olursak, O, bunları çoğaltacak ve ruhsal olarak açlık çeken kalabalıkları doyurabilecektir. Parmaklardaki yüzükler, kollardaki bilezikler, bankadaki şişkin hesaplar, sigorta şirketlerine ödenen aidatlar ve daha birçok yan masraflar, örneğin İncil’le ilgili broşür, kitap ve filmlere dönüştürülebilir; bunun sonucunda da, sonsuzluğa dek Tanrı Kuzusu’na tapınacak olan canların kurtuluşu sağlanmış olabilir. Bu düşünceyi yabana atmayın sakın. Sorumluluk sizindir. Eğer bugün yeryüzündeki bütün gerçek inanlılar kendilerini ve ellerindekini Rab’bin kullanımına verecek olsalar, yeryüzünde İncil’i duymamış tek bir insan dahi kalmayacak, hepsi bu kurtuluş müjdesini duyacaktır. Beş bin kişinin doyurulmasıyla ilgili ortaya çıkan ders işte budur. Dua edin, Rab size paranızı nereye vereceğinizi göstersin. Eğer siz müjdeyi yan komşunuza duyurmakta tembellik yapıyorsanız, o zaman bırakın hiç olmazsa paranız işlesin. Hiç değilse o zaman bazı kitaplar basılabilir, bazı broşürler yazılabilir ve böylece birçokları kurtuluş müjdesini duyabilirler. N. Petrus’un Büyük Açıklaması (9:18-22)9:18 Beş bin kişinin mucizevî bir şekilde doyurulmasından sonra, Petrusun, Filipus Sezariyesi’ndeki büyük açıklamasıyla karşılaşmaktayız. Ekmek ile balıklar olayı Rab İsa’yı Tanrı’nın Mesih’i olarak görebilmeleri için acaba öğrencilerin gözünü açmış mıydı? Filipus Sezariye’sindeki bu olay, genel olarak, Kurtarıcı’nın Onikiler’e yönelik öğretiş hizmetinin dönüm noktasını oluşturmaktadır. İsa bu noktaya kadar öğrencilerini Kendisini tanıyabilmeleri ve Kendisinin onlarda ve onlar aracılığıyla yapacağı şeyleri kavrayabilmeleri için eğitmekte ve yetiştirmekteydi. Bu amaca ulaşıldığından, artık kararlı bir şekilde çarmıha doğru yaklaşmaya başlayabilecekti. İsa tek başına dua ederdi. O’nun öğrencileriyle birlikte dua ettiği, İncil kayıtlarında belirtilmez. O öğrencilerinin önünde onlar için dua ettiği, ve onlara nasıl dua edileceğini öğrettiği halde, kendi dua yaşamı onlarınkinden tamamen ayrıydı. İsa yine böyle bir gün dua ettikten sonra yanında bulunan öğrencilerine, halkın Kendisinin kim olduğunu düşündüklerini sordu. 9:19-20 Onlar bu soruya, halkın bu konuda çeşitli düşünceleri bulunduğunu söyleyerek yanıt verdiler. Kimileri İsa’nın Vaftizci Yahya, kimileri İlyas Peygamber, kimileri de eski peygamberlerden birisi olduğunu düşünüyordu. Ama İsa bu kez Kendisinin kim olduğunu öğrencilerine sorunca, Petrus kendisinden emin bir şekilde O’nun Tanrı’nın Mesih’i olduğunu söyledi. James Stewart’ın, Filipus Sezariyesi’ndeki bu olay üzerinde yapmış olduğu yorum gayet doyurucu olduğundan, onun bu düşüncelerini olduğu gibi aktarmayı uygun buluyorum:
9:21-22 Petrus’un bu tarihî açıklamasından sonra, Rab onlara kimseye bir şey söylememelerini buyurdu. Çünkü Kendisinin yürümekte olduğu çarmıh yolunun engellenmemesi gerekiyordu. Bundan sonra Kurtarıcı, Kendisinin çok yakında nelerle karşılaşacağını onlara açıklamaya başladı. İlkin acı çekmesi, İsrail’in ihtiyarları tarafından reddedilmesi ve üçüncü gün dirilmesi gerekiyordu. Bu çok çarpıcı bir duyuruydu. Şunu hiç unutmayalım ki, bu sözler yeryüzünde gelmiş geçmiş günahsız ve doğru tek Kişi olan İsa tarafından söylenmiştir. Bu sözler İsrail’in gerçek Mesih’i tarafından söylenmiştir. Bunlar, beden almış Tanrı’nın sözleridir. Bu sözler bize doyurucu, mükemmel ve Tanrı’nın isteğine itaat eden bir yaşamın elem, reddedilme ya da ölüm gibi şeylerle karşılaşabileceğini; ölümden dirilmekle de, artık ölümsüz bir yaşama geçilebileceğini göstermektedir. Bu, başkaları uğrunda ölüme sunulan bir yaşamdır. Tabii bu, halk arasındaki Mesih’in rolünün nasıl olacağı konusundaki yaygın görüşlerin tam tersiydi. İnsanlar, düşmanları ülkelerinden kovacak, elinde kılıcıyla mücadele verecek dünyasal bir kahraman bekliyorlardı. İsa’nın bu sözlerini duymak, herhalde öğrencilerde şok etkisi yaratmış olmalı. Ama İsa eğer gerçekten kendilerinin de açıklamış olduğu gibi Tanrı’nın Mesih’i ise, o zaman cesaretlerini yitirip umutsuzluğa kapılmalarına hiçbir neden olmamalıydı. Eğer O, Tanrı’nın meshettiği Kişi ise, bu durumda O’nun etkisinin hiçbir zaman ortadan kalkmaması gerekirdi. Kendilerinin ya da İsa’nın başına her ne gelirse gelsin, onlar her zaman kazanan tarafta olacaklardı. Bu nedenle onların haklı oldukları ve kesin bir zafere kavuşacakları tam bir güvence altına alınmıştı. O. Çarmıh Taşımaya Davet (9:23-27)9:23 Rab yakın zamanda nelerle karşılaşacağını özetledikten sonra öğrencilerini ardından gelmeye çağırdı. Buna göre öğrenciler kendilerini inkâr edip çarmıhlarını sırtlamalıydılar. Kişinin kendisini inkâr etmesi, tasarlama ya da seçmeyle ilgili bütün haklarından isteyerek vazgeçmesi ve yaşamın her alanında İsa’yı Efendisi ve Sahibi olarak kabul etmesi demektir. Çarmıhı yüklenmek de, İsa’nın yaşadığı hayat tarzını kararlı bir şekilde benimsemeyip O’nun gibi bir hayat sürmek demektir. Böyle bir hayatı yaşamayı seçenler şu gibi şeylerle karşılaşmaya hazır olmalıdırlar:
Böyle bir yaşam, aynı zamanda sözün gerçek anlamında yaşam olan bir yaşamdır. Bu, niçin var olduğumuzu sonunda bulup ortaya çıkarmamızdır. Bu, ayrıca sonsuz bir ödül demektir. Bizler her nedense çarmıh taşımayı öngören bir yaşamdan hemen uzaklaşmak isteriz. Aklımız, Tanrı’nın böyle bir şeyi bizim için istemiş olduğunu bir türlü kabullenmek istemez. Oysa İsa’nın, “ardımdan gelmek isteyen” şeklindeki sözleri, hiç kimsenin mazeretinin kabul edilmeyeceğini, hiç kimsenin farklı bir uygulamaya tabi tutulmayacağını açık bir dille ortaya koymaktadır. 9:24 Bizim doğal eğilimimiz her nedense canımızı bencil, kolay, bayağı ve önemsiz şeylerle kurtarmaktır. Rahatlık, lüks ve kolaylık içerisine gömülerek kendimizi dünyanın zevk ve arzularına kolaylıkla kaptırabilir; sırf bugün için yaşayarak, en verimli yeteneklerimizi bu dünyanın birkaç yıllık sahte güvencelerine harcayabiliriz. Ama böyle yapmakla, aslında canımızı yitirmekte olduğumuzu ne yazık ki bilmeyiz. Böylece, yaşamın gerçek amacından ve bunun yanındaki derin ruhsal bereketlerden yoksun kalırız. Öte yandan, canımızı Kurtarıcımız uğrunda yitirebiliriz de. Kendi bencil arzularımızı bir tarafa atarsak, ilkin Tanrı’nın Egemenliğini ve O’nun doğruluğunu ararsak, kendimizi tamamen O’nun ellerine bırakacak olursak, o zaman insanlar bizim akılsız olduğumuzu düşüneceklerdir. Eğer İsa’yı izlediğimiz için başkaları tarafından terk ediliyorsak, böyle bir yaşam, işte o zaman gerçek bir yaşamdır. Böyle bir yaşamın sözlerle anlatılamaz bir sevinci, Kutsal bir rahatlığı ve derin bir ruhsal doyumu vardır. 9:25 Kurtarıcı, Onikilerle konuşurken, maddî zenginliklere yönelik hırsın, inanlıların Rab’be tam anlamıyla teslim olmalarını engelleyen çok güçlü bir etki olduğunu fark etmişti. Bu nedenle şuna benzer bir şey söyledi: “Diyelim ki bütün dünyanın altın ve gümüş rezervlerini elde ettiniz, dünyanın bütün mal ve mülklerini üzerinize geçirdiniz ve değeri olan her şeye sahip oldunuz. Yine diyelim ki, bütün bu maddî şeylere sahip olmaya çalışırken yaşamda en önemli olan şeyi kaybettiniz. Bu durumda bütün bu malın, mülkün ve paranın size ne yararı olabilir? Bütün bu şeylere sadece geçici bir zaman için sahip olabilirsiniz ve ondan sonra bu şeyleri sonsuza dek bırakmak zorunda kalacaksınız. Bu kısacık yaşamı birkaç parça tozlu oyuncak karşılığında satmak, akılsızca yapılacak bir pazarlık olurdu.” 9:26 Mesih’e tam olarak bağlanmaya engel olan diğer bir etken de utanmaktan korkmaktır. Bir yaratığın Yaratıcısından, bir günahlının da Kurtarıcısından utanması, tam bir bilinçsizliktir. Ama şimdi sorarım size: Bundan hangi birimiz suçsuzuz? Rab böyle bir utancın gelebileceğini gördüğünden, bizi buna karşı sert bir şekilde uyarma yoluna gitti. Herhangi bir utançla karşılaşmayalım diye ismen Hıristiyanlar gibi yaşayıp bu dünyanın gidişine ayak uyduracak olursak, o zaman İnsanoğlu da kendisinin, Babasının ve kutsal meleklerin görkemi içinde geldiğinde bizden utanacaktır. Rab burada, O’nun uğrunda şimdi çekebileceğimiz herhangi bir utancın ya da aşağılanmanın, O yücelik içinde geldiği zaman, O’nu şimdi inkâr edenlerin duyacağı utanç karşısında bir hiç olarak görüneceğini söylercesine, İkinci Gelişi’nin üç yönlü yüceliği üzerinde duruyor. 9:27 İsa’nın burada gelecekteki yüceliğinden söz etmesi, bundan sonra meydana gelen olayla bir bağ oluşturmaktadır. İsa şimdi orada bulunan öğrencilerinden bazılarının Tanrı’nın Egemenliğini görmeden ölmeyeceklerini bildiriyor. O’nun bu sözleri, İsa’nın Dağ Üzerinde Görünümünün Değişmesi olayının anlatıldığı 28-36’ncı ayetlerde gerçekleşmektedir. Bu öğrenciler, Petrus, Yakup ve Yuhanna’ydı. Onlar, İsa yeryüzündeki egemenliği kurduğunda ne gibi şeyler olacağına ilişkin bu sahneye tanık olmuşlardı. Elçi Petrus, ikinci mektubunda bu noktaya değinerek şunları yazıyor:
Bu kısımda Rab’bin devam edegelen öğretişlerine dikkat edin. Kendisinin elem çekip reddedileceğini ve öldürüleceğini daha biraz önce söylemişti. Bundan sonra öğrencilerinden Kendisini, kendilerini inkâr eden, elem çeken ve kurban olan hayatlar yaşayarak izlemelerini istemişti. Ama şimdi bir anlamda şöyle diyordu: “Ama şunu unutmayın! Bununla birlikte elem çekerseniz, benimle birlikte saltanat da süreceksiniz. Çünkü çarmıhın ötesinde sizi yücelik bekliyor. Bu size neye mal olursa olsun, buna karşılık olarak alacağınız ödül de kat kat fazla olacaktır.” Ö. İnsanoğlu’nun Görünümü Değişiyor (9:28-36)9:28-29 İsa bu sözleri söyledikten yaklaşık sekiz gün sonra yanına Petrus, Yuhanna ve Yakup’u alarak dua etmek üzere dağa çıktı. Bu dağın hangi dağ olduğunu kesin olarak bilmiyorsak da, bu, üzeri karla kaplı olan yüksek Hermon dağı olabilir. Rab orada dua ederken, dış görünümü bir anda değişmeye başladı. Duanın değiştirebileceği şeyler arasında insanın görünümünün de değişmesi olayı çok çarpıcı ve ilginç bir gerçektir. Üstündeki giysi ve yüzü, gözleri kamaştıracak kadar parladı, ya da şimşek gibi parıldayan bir beyazlığa büründü. Biraz önce de belirtmiş olduğumuz gibi bu olay, İsa’nın gelecekteki egemenliği sırasında sahip olacağı yüceliğin bir tür öngörünümü niteliğindeydi. O’nun yüceliği, Kendisi bu yeryüzünde bulunduğu günlerde, etten yapılmış olan bedeni içerisinde örtülü olarak bulunmaktaydı. O yeryüzünde Kendisini alçaltıp yüceliklerini bırakmış olarak bir emir kulu görünümünü almıştı. Ama Bin Yıllık Saltanat döneminde O’nun bu yüceliği tamamen açıklanacaktır. O zaman herkes O’nu bütün görkemi ve yüceliği içerisinde görecektir. Profesör W.H Rogers bu noktayı şu sözlerle açıklıyor:
9:30-31 Musa ile İlyas, İsa’nın yakında Kudüs’te gerçekleşecek olan ayrılışını (“çıkış”ını), yani ölümünü konuşuyorlardı. Burada İsa’nın ölümünden, gerçekleştirilecek olan bir şey olarak söz edilişine dikkat edin. Yine ölümün, varlığın son bulması olmadığına, bir yerden başka bir yere ayrılış anlamına gelen bir tür çıkış olduğuna da dikkat edin. 9:32-33 Bütün bunlar olup biterken öğrencilerin üzerine uyku çökmüştü. Ryle bu konuda şöyle diyor:
Öğrenciler, uykuları iyice dağılınca İsa’nın parıldayan görkemini gördüler. Petrus karşılaşmış olduğu görüntülerin kutsallığını koruyabilmek için ne söylediğini bilmeden biri İsa, diğeri Musa ve bir diğeri de İlyas için olmak üzere üç çardak kurulmasını öneriyordu. Ama aslında ne söylediğinin farkında bile değildi. Onun bu düşünceleri bilgili olmasından değil, sadece hevesli ve atılgan olmasından kaynaklanıyordu. 9:34-36 Bu sözler üzerine Tanrı, onları gölgeleyen bir bulut içerisinden seslenerek İsa’nın Kendisinin sevgili Oğlu olduğunu, bu nedenle de O’nu dinleyip sözüne itaat etmeleri gerektiğini söyledi. Duydukları bu ses geçer geçmez Musa ile İlyas’ın görüntüleri de bir anda kayboluverdi. Orada tek başına sadece İsa’yı gördüler. İsa’nın egemenliğinde de aynen böyle olacak, İsa daima her şeyde en önde gelecek, yüceliğini başka birisiyle asla paylaşmayacaktır. Öğrenciler bu olaydan derin bir şekilde etkilendiklerinden gizli tuttular ve bu konu hakkında hiç kimseyle tartışmadılar. P. Cine Tutsak Çocuğun İyileştirilmesi (9:37-43a)9:37-39 Ertesi gün İsa ile öğrencileri yücelik dağından aşağıya, insan ihtiyaçlarıyla dopdolu olan vadiye indiler. Yaşamda ruhsal bereketlerin coşkunlukla yaşandığı anlar vardır; ama Tanrı bunları günlük mücadele ve sıkıntılar ile dengeler. İsa’yı karşılamaya gelen büyük kalabalığın içerisinde, cine tutsak oğlunun iyileştirilmesi için İsa’ya yalvaran dertli bir baba vardı. Çocuk babasının biricik oğluydu ve bu nedenle de onun için çok değerliydi. O halde bu babanın, biricik oğlunun cin tarafından yere vuruluşunu görmesi onun için kim bilir ne büyük bir acı kaynağıydı! Çocuğa gelen nöbetlerin ne zaman geleceği bilinmiyordu ve geldiğinde de ansızın geliyordu. Çocuk cine yakalandığı zaman birden bire bağırmaya başlıyor ve ağzından köpükler çıkarıyordu. Epey mücadeleden sonra cin onun içinden zorlukla ayrılıyor ve ayrıldığında da onu yara bere içinde bırakıyordu. 9:40 Zavallı ve çaresiz baba, bundan önce oğlunu iyileştirmeleri için İsanın öğrencilerine getirmişti, ama onlar hiçbir şey yapamamışlardı. Peki öğrenciler çocuğa niçin yardım edememişlerdi? Belki bu hizmetlerinde profesyonelleşmemişlerdi. Belki de, düzenli bir ruhsal çalışma yapmadan bile Ruh doluluğundaki bu hizmeti sürdürebileceklerini sanmışlardı. 9:41 Rab İsa görmüş olduğu şeyler karşısında oldukça üzülmüştü. Herhangi bir isim vermeden, “Ey imansız ve sapmış kuşak!” diyerek onlara karşılık verdi. Bu sözler öğrencilere, orada toplanan kalabalığa, çocuğun babasına ya da bunların hepsine birden söylenmiş olabilir. Onlar, İsa’daki sonsuz güç kaynağından yararlanabilecekleri halde yararlanmamışlar; bunun yerine ihtiyaç içindeki bu insanın durumuna seyirci kalmışlardı. İsa onlarla daha ne kadar kalıp onlara katlanacaktı? Bundan sonra çocuğun babasına seslenerek, “Oğlunu buraya getir” dedi. 9:42-43 Çocuk daha İsa’ya yaklaşırken cin onu yere vurup şiddetle sarstı. Ama İsa kötü bir ruhun yaptığı bu boy gösterisi karşısında hiç etkilenmemişti bile. Çünkü İsa’ya engel olan şey, cinlerdeki güçten çok, insanlardaki imansızlıktı. İsa kötü ruhu azarladı, çocuğu iyileştirerek babasına geri verdi. Olayı gören insanlar şaşırıp kalmış, herkesin aklı durmuştu. Çünkü gözlerinin önünde gerçekleşen bu mucizede Tanrı’nın yüceliğini görmüşlerdi. R. İnsanoğlu Kendi Ölümü ile Dirilişini Bildiriyor (9:43b-45)9:43b-44 Öğrenciler, Efendilerinin bütün ulus tarafından Kral olarak kabul edilinceye dek mucizelerine devam edeceğini sanmış olabilirler. Ama İsa onların düşüncelerindeki bu hayalî beklentiyi aydınlığa kavuşturmak amacıyla onlara İnsanoğlu’nun insanların eline teslim edileceğini, yani öldürüleceğini tekrarladı. 9:45 Peki onlar İsa’nın bu önbildirisini niçin anlamadılar? Anlamadılar, çünkü Mesih’in herkesin gözünde bir numaralı kahraman olduğu yolundaki düşüncelerinden bir türlü sıyrılamamışlardı. Kendi düşüncelerine göre O’nun ölümü, bütün bu bereketlerin sonu demek olurdu ve bu yüzden buna ihtimal dahi vermek istemiyorlardı. Gerçeği onlardan gizleyen Tanrı değil, onların inanmaya kararlı bir şekilde karşı koymalarıydı. Belki de İsa’ya bu sözlerle ilgili soru sormaya dahi korkuyorlardı. Soracak olurlarsa, belki korktukları başlarına gelecek, duymak istemedikleri gerçekleri duymuş olacaklardı! S. Egemenlikte En Büyük Kim? (9:46-48)9:46 Öğrenciler sadece görkemli egemenliğin kısa bir zaman sonra başlayacağını beklemekle kalmamışlar, egemenlikteki boş yerlere çoktan göz dikmişlerdi. Aralarında kimin en büyük olduğunu tartışmaya bile başlamışlardı. 9:47-48 İsa, kendilerini rahatsız eden soruyu bildiğinden, küçük bir çocuğu yanına çekti ve öğrencilerine, bu çocuğu kendi adı uğruna kabul edenlerin Kendisini kabul etmiş olacaklarını söyledi. İlk bakışta bu sözlerin, kimin en büyük olacağı konusunda söylenen sözlerle herhangi bir bağlantısı yokmuş gibi görülüyorsa da, sanırım şöyle bir bağlantıdan söz edilebilir: Gerçek bir üstünlük ya da büyüklük, küçük çocuklara, çaresizlere, ihtiyaç içerisinde bulunanlara ve insanların hiç farkına bile varmadan yanlarından geçip gittikleri zavallılara gösterilen ilgi ve sevecenlikte görülebilir. Bu nedenle İsa, aranızda en küçük kim ise, işte en büyük odur demekle, hiç önemi olmayan, arka plana itilen inanlılarla bir arada olacak kadar kendilerini alçaltan kimselerden söz ediyordu. Matta 18:4’te Rab, Göklerin Egemenliğindeki en büyük kişinin, kendisini bir çocuk gibi alçaltan kimse olduğunu söylemektedir. Luka’da ise, inanlının, kendisini inanlı topluluğundaki en basit ve en sıradan inanlılarla özdeşleştirip birleştirmesinden söz edilmektedir. Her iki durumda da inanlı kişinin, tıpkı Kurtarıcı’nın yaptığı gibi, kendisini alçakgönüllü bir seviyeye indirmesi gerekmektedir. Ş. İnsanoğlu Tarikatçılığı Yasaklıyor (9:49-50)9:49 Bu olay, Rab’bin biraz önce öğrencilerine anlattığı kaçınmaları gereken davranışı görüntüler niteliktedir. Öğrenciler, İsa’nın adıyla cin kovan bir adamla karşılaşmışlar, ama adam kendileriyle birlikte bulunmadığı için ona engel olmaya çalışmışlardı. Diğer bir deyişle öğrenciler, Rab’bin bir çocuğunu İsa’nın adında kabul etmeye yanaşmamışlardı. Bölücü bir tutuma sahip ve dar görüşlüydüler. Oysa İsa’nın adında bir insanın içinden cinlerin çıktığına sevinmeleri gerekiyordu. Kendilerinin çıkardığı cinlerden daha çok cin çıkarıyor diye başka bir inanlıyı ya da inanlı grubunu kıskanmamaları gerekirdi. Şu halde her inanlı ruhsal güç ve prestij tekelini elde etmeye yönelik bir ayrımcılık arzusuna karşı uyanık olmalıdır. 9:50 İsa, “Ona engel olmayın” dedi. “Size karşı olmayan, sizden yanadır.” Mesih’in kişiliği ve yaptıkları söz konusu olduğu sürece insanlar için tarafsızlıktan söz edilemez. İnsanlar İsa’dan yana değillerse, o zaman O’na karşıdırlar. Ama konu Mesih İnancı kapsamındaki iman hizmetlerine gelince, A. L. Williams konuyla ilgili onlara şunları söylüyor:
VII. İNSANOĞLU’NA KARŞI ARTAN MUHALEFET (9:51 – 11:54)A. İnsanoğlu Samiriye’de Reddediliyor (9:51-56)9:51 İsa’nın göğe alınacağı gün yaklaşmaktaydı. O bunu çok iyi biliyordu. Ancak bu arada çarmıha da gerileceğini bildiğinden, Kudüs’e ve Kendisini orada bekleyen gelişmelere doğru kararlı adımlarla ilerlemeye başladı. 9:52-53 Kudüs yolu üzerinde bulunan Samiriyelilere ait bir köyde İnsanoğlu’nu kabul etmemişlerdi. Samiriyeliler İsa’nın Kudüs’e doğru gittiğini bildiklerinden, bu kendileri açısından İsa’yı kabul etmemelerinin geçerli bir nedeni sayılabilirdi. Çünkü Yahudilerle Samiriyeliler birbirlerini hiç sevmezler, birbirlerinden nefret ederlerdi. Bölücü tutumları, tutuculukları, ırkçı yaklaşımları ve millî gururları nedeniyle yüceliğin Rabbini kabul etmek istemediler. 9:54-56 İsa’nın kabul edilmemesi üzerine öğrencilerden Yakup’la Yuhanna küplere bindiler ve Rab’den bunların hepsini yok etmek için gökten ateş yağdırmalarına izin vermesini istediler. Ama İsa dönüp onları azarladı. Çünkü İnsanoğlu insanları yok etmeye değil, kurtarmaya geldi. Zira zaman, Tanrımızın öç alma günü değil, Rab’bin lütuf yılıydı. Bu nedenle öğrenciler de kincilikle değil, tam tersine lütufla dolu olmalıydılar. B. Öğrenciliğe Engel Olan Şeyler (9:57-62)9:57 Bu ayetlerde, İsa’nın öğrencileri olmaya yönelik isteğimize engel olan temel nedenlerden üçüne bakacağız. Bu üç neden, aynı zamanda İsa’nın üç tipteki sözüm ona öğrencilerini betimlemektedir. Birinci adam, İsa her nereye giderse O’nun ardınca geleceğinden yüzde yüz emin görünüyordu. Bu kişi ilkin çağırılmayı beklemedi. Durup dururken kendisini öne attı. Bu kişi kendisinden emindi, aşırı derecede ve boş yere hevesliydi. Öğrenciliğin kendisine nelere mal olacağını hesaba katmamıştı. Ağzından çıkan sözlerin ne anlama geldiğinden haberi yoktu. 9:58 İsa’nın verdiği yanıt, ilk bakıldığında adamın teklifiyle hiç ilişkili değilmiş gibi görünüyor. Oysa gerçekten çok yakın bir ilişki bulunmaktadır. İsa bir anlamda şöyle diyordu: “Benim ardımca gelmenin ne demek olduğunu gerçekten biliyor musun? Benim ardımca gelmek demek, yaşamın rahatlık ve kolaylıklarından vazgeçmek demektir. Benim dikili bir ağacım; ‘benimdir’ diyebileceğim bir evim dahi yok. Bu dünyada bulundukça rahatım olmayacak. Tilkiler ve kuşlar, doğal rahatlık ve güvenlik konularında benden çok daha ileridirler. Birçok insanın kendilerinin asla vazgeçilemez diye değerlendirdikleri kişisel haklar pahasına da olsa, beni yine izleyecek misiniz?” İnsanoğlu’nun başını yaslayacak yeri yok diye okuduğumuz zaman O’na acımak geliyor içimizden. Bir yorumcu bu noktada şunları yazıyor: “İsa’nın, Kendisine acımamıza ihtiyacı yoktur. Mesih sizi bu dünyanın yüksek yerlerinde beklerken, sizi bundan alıkoyan bir eviniz mi var? Öyleyse o zaman siz kendinize acıyın, daha iyi edersiniz.” Bu adamdan bir daha söz edildiğini duymuyoruz. Öyle anlaşılıyor ki bu adam yaşamın getirdiği rahatlıkları bir yana bırakıp Tanrı’nın Oğlu’nu izlemeye istekli biri değildi. 9:59 İkinci adam, İsa’nın kendisini ardından gelmeye çağırdığını duymuştu. Bu adam İsa’nın ardınca gitmeye istekli olsa da, yaşamında öncelikle yapmak istediği başka şeyler vardı. İlkin gidip babasını gömmek istiyordu. İsa’ya söylediklerine dikkat edin. “Ya Rab, izin ver de önce gidip…” İsa’ya her ne kadar Rab (Sahip, Efendi) diye seslendiyse de, gerçekte İsa’nın istediklerinden çok, önce kendi istek ve heveslerini yerine getirmek istiyordu. “Ya Rab” ile “önce ben” sözleri birbirine kesinlikle zıttır; birinden birini seçmek zorundayız. Babası öldüyse, ya da kendisi, babası ölünceye dek evde beklemeyi tasarlasa da, durum yine değişmeyecekti. Çünkü bu adam önceliği, Mesih’in çağrısına vereceğine başka bir şeye veriyordu. Bir kimsenin ölen ya da ölmek üzere olan babasına saygı göstermesi kesinlikle uygun ve doğru bir şeydir. Ama herhangi bir şey ya da kimse, ortaya Mesih’e rakip olarak çıkarılıyorsa, o zaman bu tutum apaçık bir günah olmaktadır. Bu adamın yapacak başka işleri vardı; başka bir uğraşı ya da görevi olmuş olabilir. İşte bu durum, o kimseyi İsa’nın koşulsuz bir öğrencisi olmaktan kesin bir şekilde alıkoymuştu. 9:60 İsa bu adamın iki yürekliliğini şu sözlerle azarladı: “Ölüleri bırak, kendi ölülerini kendileri gömsünler. Sen gidip Tanrı’nın Egemenliğini duyur!” Ruhsal olarak ölü olanlar, fiziksel olarak ölü olanları gömebilirler; ama İncil’i duyuramazlar. Bu nedenle öğrenciler, kurtulmamış tövbesizlerin imanlılar kadar iyi yapabilecekleri işlere öncelik vermemelidirler. Bir Mesih inanlısı, yaşamın en önemli dürtüsü olarak kendisinin vazgeçilmez bir unsur olduğunu iyice kavramalıdır. Bir inanlının en başta gelen görevi, yeryüzünde Mesih’in etkisini ilerletmek olmalıdır. 9:61 İsa’nın sözüm ona öğrencisi olacak üçüncü adam, İsa’nın ardınca gitmeye gönüllü olması açısından birinci adama benzemektedir. “Ya Rab, önce evimdekilerle” diyerek gösterdiği çelişkiyle de ikinci adama benzemektedir. Bu adam önce ailesiyle vedalaşmak istiyordu. Adamın bu isteği, aslında çok doğru ve uygundu. Ne var ki, yaşamın en genel nezaket davranışları bile, tezcanlılıkla yapılıyor ve Rab’be itaat etme konusu göz önünde bulundurulmuyorsa, yanlış olabilmektedir. 9:62 İsa, adama, bir kez öğrencilik sabanını tutan bir kimsenin geriye bakmamasını; aksi takdirde bu kimsenin Tanrı’nın Egemenliğine layık olamayacağını söyledi. İtaat etmeye isteksiz ve hayalperest kimseler Mesih’in izleyicileri olamazlar! Her ne kadar kendi içlerinde doğru ve uygun olsalar da, aile ya da dostların öncelik sırasında Rab’bin önünde gelmesine, böylece insanların Rab’be koşulsuz bir şekilde boyun eğmelerine engel olacak etkilerin ortaya çıkmasına izin verilmemelidir. Tanrı’nın Egemenliğine layık değil terimi kurtuluşa değil, Rab için yapılan ruhsal hizmete değinmektedir. Bu bütünüyle, egemenliğe girme konusuyla değil, egemenliğe girdikten sonra yapılan ruhsal hizmetler konusuyla ilgilidir. Egemenliğe yaraşmamız bütünüyle Rab İsa Mesih’in kişiliğine ve O’nun yaptıklarına dayalıdır. Biz buna sadece İsa’ya iman ederek sahip olabiliyoruz. Şu halde özetleyecek olursak, bu adamların tecrübelerinde öğrenciliğe engel olan üç temel neden bulunmaktadır:
Mesih yüreklerde rakipsiz olarak saltanat sürebilmelidir. Diğer bütün şeylere gösterilen sevgi ve bağlılıklar ise daima ikinci sırada olmalıdır. |
Kutsal Kitap
1 İsa, Onikiler’i* yanına çağırıp onlara bütün cinler üzerinde ve hastalıkları iyileştirmek için güç ve yetki verdi. |
1. Stewart, Life and Teaching, s.109,110
2.Rabbimiz İsa Mesih’in kudretini ve gelişini size bildirirken düzme masallara uymadık. O’nun görkemini gözlerimizle gördük. Mesih, yüce ve görkemli Olandan kendisine, ‘Benim sevgili Oğlum budur, O’ndan hoşnudum’ diye gelen sesle, Baba Tanrı’dan onur ve yücelik aldı. Kutsal dağda O’nunla birlikte bulunduğumuz için gökten gelen bu sesi biz de işittik (2Pe.1:16-18).
3. Ryle, Gospels, St. Luke, 320
4.A. L. Williams, Bu konuda daha fazla doküman bulunmamaktadır.