139. Mezmur: Tanrı Öyle Büyüktür ki!
Eğer insanlar böylesine yüce bir Tanrı’nın düşmanları olmakta ısrar ederlerse, o zaman yazgılarını hak ederler. Bu düşünce, bu harika mezmurdaki Davut’un derin düşüncelerinin akışıdır. 139:1,2 Önce Tanrı’nın her şeyi bildiğini söyler. Tanrı her şeyi bilir.
Ama burada özellikle söz konusu olan bireysel yaşam hakkındaki bilgisidir. 1988’de dünyada beş milyar nüfus olduğu söylenirdi. Tanrı bu kişilerin her birini yakından tanır. Her birimiz hakkındaki her şeyi bilir. Bizi sınamıştır ve biz tanır! Sözlerimizi, işlerimizi, düşünce ve davranışlarımızı, içimizden geçen her şeyi bilir. Ne zaman dinlenmek için oturduğumuzdan ve ne zaman çalışmak için kalktığımızdan haberdardır. Şu andaki düşüncelerimizi, hatta daha sonraki düşüncelerimizi de önceden bilir. 139:3 Oturuşumuzu ve kalkışımızı görür; bir başka deyişle gözleri sürekli üzerimizdedir. Yollarımızın hiç biri O’ndan gizli değildir. 139:4 Biz söylemeden önce ne söyleyeceğimizi bilir. Geçmişi ve bugünü bildiği gibi, gelecek de O’ndan gizli değildir. 139:5 “Tanrı’nın görmediği hiçbir yaratık yoktur. Kendisine hesap vereceğimiz Tanrı’nın gözü önünde her şey çıplak ve açıktır” (İbr.4:13). Hakkımızda hayal bile edemeyeceğimiz kadar çok bilgiye sahip olduğu için bizi çepeçevre kuşatmış ve korumaktadır. Eli bizi korumak için bugün ve daima üzerimizdedir. 139:6 Tanrı’nın sınırsız bilgisi zihinleri ürkütür. Beynimiz bu düşüncenin ağırlığı altında ezilir. Bu bizim kavrayışımızı aşan, erişemeyeceğimiz bir bilgidir. Anlama kapasitemizin sınırına gelince ve daha ileriye gidemediğimizde, yapmamız gereken tek şey Tanrı bilgisinin büyüklüğü karşısında tapınmak ve O’nun önünde eğilmektir. 139:7,8 Tanrı yalnızca her şeyi bilmekle kalmaz; aynı anda var olan her yerde bulunur. Yine de Tanrı’nın her yerde bulunması, kamutanrıcılık (Panteizm) ile aynı şey değildir. Panteizm, yaratılışın Tanrı olduğunu öğretir. Kutsal Kitap Tanrı’nın yaratılıştan ayrı ve farklı bir varlık olduğunu öğretir. İnsanın Tanrı’nın Ruhu’ndan kaçabileceği bir yer var mıdır? İnsanın göklere çıktığını varsayalım, Tanrı orada olacaktır. Gökler Tanrı’nın tahtıdır (Mat.5:34). Yatağını ölüler diyarına serse bile, bedende bulunmayanlar Rab’bi yine orada göreceklerdir. 139:9,10 “Seherin kanatlarını alıp uçsam, denizin ötesine konsam, orada bile elin yol gösterir bana, sağ elin tutar beni.” Seherin kanatları, doğudan batıya saniyede 297.600 km. hızla ilerleyen sabah güneşinin ışınlarını belirtir. Evrenin bazı uzak köşelerine ışık hızıyla yolculuk edebilseydik, Rab’bi yine orada bize yol göstermek ve destek olmak için beklerken bulurduk. 9 ve 10’uncu ayetler, uzay yolculuklarının yapıldığı bu çağla tam bir uyum içindedir. 1969’da uzatılmış bir görev yolculuğu için uçağa binmek üzereyken Rab’bin bana bu değerli vaat aracılığıyla nasıl seslendiğini asla unutmayacağım. Bindiğim jet uçağının kanatları seherin kanatları gibiydi, beni yeryüzünün en uzak köşelerine taşıyacaktı. Ama gideceğim her yerde Rab’bin varlığı ve koruması, hız ya da uzaklığın hiçbir önemi olmaksızın benimle birlikte olacaktı. Bu vaade kendiniz için sahip çıkın ve uçakla yolculuk eden Hıristiyan arkadaşlarınızla paylaşın. 139:11,12 Eğer biri karanlığın kendisini Tanrı’dan saklamasını isterse, yanlış bir sığınağa güvenmiş olacaktır. Gece, Tanrı için gündüz gibi ışıldar. Karanlık O’nun için karanlık sayılmaz. “Gece, gündüz gibi ışıldar, karanlıkla aydınlık birdir senin için.” Tanrı’dan kaçılmaz. Pascal’ın söylediği gibi, “O her şeyin merkezindedir; çevresinde değil.” 139:13,14 Tanrı’nın her yerde bulunduğundan söz eden Davut şimdi O’nun güç ve ustalığı üzerinde düşünmeye yönelir. Tanrı’nın Her Şeye Gücü Yeten özelliğini anlatmak için örnek olarak annesinin karnındaki bir bebeğin harika gelişimini seçer. Bir noktadan daha küçük bir durumdaki canlının gelecekteki bütün özellikleri (cilt rengi, göz ve saç rengi, yüz hatları, sahip olacağı yetenekler) programlanmıştır. Döllenmiş bir yumurta, çocuğun bütün zihinsel ve fiziksel gelişimini içerir. Bu yumurtadan gelişecek olanlar aşağıda belirtilmiştir:
Davut, ceninin oluşumunu mükemmel bir biçimde tanımlar. “İç varlığımı sen yarattın, annemin rahminde beni sen ördün.” Tanrı bizim iç varlığımızı yaratmıştır; her birimiz tanrısal mühendisliğin bir harikasıyız. Örneğin, beyni düşünelim; gerçekleri, sesleri, kokuları, görüntüleri, hisleri ve acıyı kaydetme kapasitesiyle, hatırlama yeteneğiyle, hesaplama gücüyle, karar verme ve sorunları çözme anlayışına ilişkin sonsuz bir güce sahipmiş gibi görünür. Tanrı bizi annemizin rahminde ördü. Bu kasların, kirişlerin, bağların, sinirlerin, kan damarlarının ve iskeletin uygun bir tanımıdır. Davut, Rab’be övgüler sunar. Tanrı’nın yaratışının mükemmelliğini düşündüğünde, insanın müthiş ve harika yaratıldığını söyler. İnsan bedeninin harikalarını düşündükçe (düzenini, karmaşıklığını, güzelliğini, iç güzelliğini ve kalıtımsal özellikleri) doğal bilimler konusunda eğitilmiş birinin sınırsız bir yaratıcıya nasıl olurda inanamayacağına şaşarız. 139:15 Mezmur yazarı tekrar, bedeninin annesinin rahminde oluşturulduğu zamana geri döner. Burada, embriyo ya da cenine işaret edildiğine dikkat edin. Kutsal Kitap’ın görüşüne göre insan kişiliği doğumdan önce var olur ve bu nedenle önemli tıbbi nedenler dışında kürtaj bir cinayettir. Davut Tanrı’nın kendisini başlangıçtan beri çok iyi tanıdığının farkındaydı. Gizli yerde yaratıldığında, yerin derinliklerinde örüldüğünde bedeninin Tanrı’dan gizli olmadığını biliyordu. Yerin derinlikleri ifadesi yeryüzünün derinlikleri anlamına gelmez; hiç kimse orada yaratılmamıştır. İfadenin geçtiği koşullarda anlamı yalnızca “anne rahmi” olabilir. Benzer bir ifade Efesliler 4:9’da görülür; burada, Mesih’in yeryüzünün aşağı kısımlarına indiğinden söz edilir. İfadenin geçtiği koşullara göre bu da yine O’nun bir bakirenin rahmine girişini belirtmektedir. Burada söz konusu edilen O’nun beden alışıdır. 139:16 Mezmur yazarı, şekillendirilmemiş özünden söz ederken kullandığı sözcük dürülmüş ya da sarılmış bir şeydir. Barnes ve diğerleri sözcüğün embriyo ya da cenine işaret ettiğini düşünürler. “Uzuvların cenin haline gelene kadar gelişmemiş olduğunu söylerler.” Varoluşunun bu hazırlık döneminde bile Tanrı’nın gözleri İsrail’in tatlı ezgicisinin üzerindeydi. Davut’un yapacağı her şey o daha doğmadan önce Tanrı tarafından biliniyordu. 139:17,18a Düşünceleri ne kadar değerlidir – anlık ayrıntılara dikkat eder. Andrew Ivy şöyle der: “Hemen hemen istisnasız her hücre bir bütün olarak bedenin refahı için dizayn edilen amacı yerine nasıl getireceğini bilir.” 139:18b “Uyanıyorum, hâlâ seninleyim.” Mezmur yazarının burada doğum anını belirttiğini düşünüyorum. Daha önceki ayetlerde (13-18a) Tanrı’nın, doğumundan önceki dokuz ay boyunca kendisine olan yakınlığını vurgulamıştı. Ama doğumundan sonra da durum değişmedi; Davut hâlâ desteği, koruyucusu ve rehberi olan Rab’le birliktedir. Doğumundan uykudan uyanma olarak söz eder; tıpkı bizim gün ışığının gördüğümüz ilk anda söylediğimiz gibi. 139:19-22 Tanrı’nın her şeyi bilme, her yerde var olma ve her şeye gücü yetme özelliklerini düşündükten sonra mezmur yazarı, Tanrı’ya sırtlarını dönmeye cesaret eden zayıf ve güçsüz insanları düşünür ve cezalarını hak ettikleri sonucuna varır. Kaçınılmaz olarak bazıları Davut’un 19-22’nci ayetlerdeki duasına dudak bükecek, bu ayetlerdeki ifadeleri Hıristiyanlık’la bağdaştıramayacaklardır. Mezmur yazarının duygularının yargılayıcı ve tanrısal sevgiyle uyumsuz olmasına karşı çıkacaklardır. Ben, Tanrı sevgisinin O’nun kutsallığı ve adaletiyle orantılı olarak vurgulandığını düşünüyorum. Tanrı’nın sevgi olduğu gerçektir, ama bu bütün gerçeği kapsamaz. Sevgi O’nun niteliklerinden biridir. Sevgisi diğer niteliklerinden üstün değildir. Bunun da ötesinde, Tanrı’nın sevgi olduğu gerçeği onun nefret edemeyeceği anlamına gelmez: “Kötüden, zorbalığı sevenden tiksinir” (Mez.11:5); “Bütün suç işleyenlerden nefret duyar” (Mez.5:5); “RAB’bin nefret ettiği altı şey, iğrendiği yedi şey vardır: Gururlu gözler, yalancı dil, suçsuz kanı döken eller, düzenbaz yürek, kötülüğe seğirten ayaklar, yalan soluyan yalancı tanık ve kardeşler arasında çekişme yaratan kişi” (Özd.6:16-19). Edward J. Young bize şunu hatırlatır.
Mesih’in egemenliğinin gelişi düşmanlarının yıkımından önce olacaktır. Bu nedenle, biri için dua etmek diğeri için de dua etmek sayılır. Davut hiç çekinmeksizin Tanrı’nın kötüleri cezalandıracağı zamanı özler ve kan döken kişilerin verdiği rahatsızlığın sonsuza kadar sona erdirilmesini arzular (19. ayet). Bu kişiler Rab Tanrı’ya kötü niyetle meydan okuyan ve yine kötü niyetle O’na başkaldıranlardır. Davut’un bu kişilere duyduğu nefret kişisel bir olaydan kaynaklanmamaktadır. Aksine, onlar Tanrı’dan nefret ettiği ve en yüce olana başkaldırdıkları için bu kişilerden tiksinir. Tanrı’nın onuru için duyduğu gayret bu kişilerden nefret etmesine ve onları düşmanları olarak görmesine neden olmaktadır. Bununla bize Rab İsa’nın, Babası’nın evinden para bozanları nasıl kovduğunu hatırlatır. “Davut’un lirinin telleri, İsa’nın yüreğinin bağlarıydı.” Young bu konuyu şöyle açıklar:
139:23,24 Mezmur, bütün Tanrı halkı için geçerli olan bir duayla kapanır. Yeryüzünde ezgiler söyleyen kutsallar oldukça bu dua asla sona ermeyecektir. Güçlü Tanrı’dan yüreğini yoklamasını ve tanımasını, özenle sınamasını, düşüncelerini ya da kaygılarını öğrenmesini ister. Günahlarını itiraf ederek arınmak için kendisine her kötü yolu açıklamasını ister. Son olarak da sonsuz yaşam yolunda kendisine öncülük etmesini ister. Bu ayet, masumiyetini ya da doğruluğunu kanıtlamak için söylediği meydan okuma amaçlı ifadeler değildir. Aksine, Rab’bin huzurunda bulunmuş ve günahkârlığından emin olmuş birinin itirafıdır. Farkında olmayarak işlediği günahlardan haberdar olmak ve Rab’den, bunları kendisine göstermesini ister. |
Kutsal Kitap
1 Ya RAB, sınayıp tanıdın beni. |
1. Radmacher, daha fazla belge bulunmamaktadır.
2. Edward J. Young, Psalm 139, s.95.
3. A.g.e., s.105.